12 Şubat 2012

kendime satranç oynuyorum


hiç kimsenin zaten beklemiyor olduğu zaman geldi. blogum herkese açık. kamulaştırmak böyle bir şey olsa gerek. muhtemelen halihazırda okuyabilenler dışında kimse okumayacak. olur da birileri denk gelirse; "hıı tamam o zaman öptm. kib.bye" deyip sayfayı kapatacaklar.
-biliyorum ki; bu benim için büyük, insanlık için mikroskobik bir adım.
blogumun ne için kapalı olduğunu ve şu an ne için açıyor olduğumu uzun uzun yazmıştım fakat suç işlemişim gibi bunu açıklamaya çalışmamın, hakkımda ne düşünüleceğini saçma bir şekilde önemsemekten başka bir şey olmadığını fark ettim.
bu yola birlikte baş koyduğum yoldaşım çiğdem'e selam ediyorum. ayrıca annemlere, antalyadaki halamlara, adanadaki dayılarıma ve blogumun kapalı haline selamlarımı yolluyorum.

6 Şubat 2012

DanaıDanaDana

Yemedi öldü demesinler, yedi de öldü desinler.


Genel olarak hayata karşı bakış açıları yukarıdaki cümleden ileri gelen insanlarla dolu olan bir yerde doğdum, o kültürde büyüdüm. O kadar yemeğin üstüne, gecenin on ikisinde şırdan yemeye giderken de bu cümleyi düşündüm. Hem de önümüzdeki üç gün, her öğünde kebap yiyeceğimizi hesaplamadan. Şırdanın üstüne bir tane kırk kat yemeyi planlarken kendime geldim, kendimden utandım, kendime ve sağlığıma göstermeye çalıştığım saygıyı da düşünerek vazgeçtim. İhtiyacımdan fazlasını tüketmemeyi giderek hayatıma daha fazla sokarken, kendime ters düştüm. Sorunun şehirde değil, kendimde olduğunu bir kez daha gördüm.

Her ne kadar yakınıyor olsam da, bu şehri seviyorum ve en sevdiğim din adana kebap hala, en sevdiğim yemek de öyle.

2 Şubat 2012

her şey sermaye için sevgilim

olmak, hiç bu kadar sıradan, zevkli ve acı gelmemişti. akan trafik, büyük binalar, yalnızca koşmaktan kalpleri daha hızlı atan insanlar... ne zaman dinlesem "olur ya" rahatlığı veriyor kesmeşeker. yalnızlığımı, insan kalabalıklarını daha bir seviyorum. defalarca aşık olasım, defalarca kalp acısından duvarlar öresim geliyor. tüm bu karmaşanın ortasında "bir dur, rahatla" diye fısıldıyor kulağıma, "dur ve tadını çıkar." böylesine huzur verici bir gülümsemeyle şarkı söylerken cenk taner, sadece durmak istiyorum. her şey akmalı, ama ben durmalıyım. her daim duramıyor olmamın yarattığı çelişkiyi, çelişkinin yarattığı güzelliği sevdiriyor aynı zamanda. 
çünkü her şey karşıtıyla vardır.
çünkü serbest bir pazar, her şeyi bozar.
ikinci defa dinlerken konserlerini, daha çok dinlemek istediğimi fark ettim ve içimdeki tüm sevgiyi vermek istediğimi, gözlerimden saçılan ışığı, hayatın verdiği vücut ısısını dağıtmam gerektiğini. 


delirtici derecede soğuk bir istanbul bilmem nesinde, hastalıktan başım dönerken tek kişiyim ben hala, ayıldım düşlerimden daha dün diye fısıldıyorum kendi kulağıma. grip virüsünün yarattığı ilgiye muhtaçlık etkisinden mi bilmem, aklıma bir zamanlar bana değer vermiş herkes geliyor. yine aynı virüsün etkisinden olsa gerek kimseyi istemiyorum yanımda, sadece dinginlik istiyorum. bu virüs ne garip bir virüstür ki hem biri bana tavuklu şehriye çorbası yapıp elleriyle içirsin isteyip hem de yalnız kalmak istiyorum. kafam bir hoş oluyor. her şey çok yavaş akıyor, tepkilerim yavaş, dünyayı sindire sindire algılıyorum. grip hastalığının verdiği sarhoşluk, hiçbir şeye benzemiyor. her nefes alışverişimde boğazımdan kedi mırıltısı gibi sesler geliyor. ne söylesem gider bu virüs? 
iç ses; "şimdi ben ne desem boş, karılmış harcımız yalnızlıktan". 
virüs bu, bir yere gitmez ki. 
dış ses; "bu dünyada aşıklardan çok acıkanlar var
yanımda yaşama sevinçli sandviçler var."

bırak nehirler aksın sevgili virüsüm, gel kesmeşeker eşliğinde rakı içelim.