19 Ocak 2012

seremoni

Plüton gibiyim. Gezegenliği elinden alınmış, insanlığı elinden alınmış. Dahil olduğu sistemin içinde kendini sevimli sıfatlarla nitelerken, tüm sıfatları yok sayılmış.

--Alnında iki tane derin çizgi var. Onların altında, üçte birleri büyüklüğünde ama büyüse diğerleri kadar derin olacak başka bir çizgi daha. Alnındaki çizgilerle daha kötü görünüyor. Hatta bir an o kadar kötü görünüyor ki; onu özlediğim için kendime şaşırıyorum. Yüzünde kraterler var. Plüton gibi kraterleri var, bozuk şeker gibi. Şekilsiz boncuklar gibi yüzüne yapışık.

Kimliğinden koparılmış plüton gibiyim. Onsuz daha doğru olacağı düşünüldüğü sistem için gizli gizli üzülen varlık parçası, yokluk ürünü. Tanımlandığı şeylerden kopmaya çalışan bir insangezegenim. Kimliklerini kaybettiği için gizli hüzünlenmelerine lanet eden bir plüton.

--Teki daha çok kızarmış gözleriyle karşımda duruyor. Belki ayakta, belki de oturuyor. Aynı anda ikisini de yapıyor. Aynı anda sevip, aynı anda sevmeyi bırakıyor, seviyor, sevmiyor... Kaşları ve gözleri bir an o kadar çirkin görünüyor ki; onu özlediğim için kendime şaşırıyorum.

Plütonun kendine yaptığını yapıp, ben de varoluşa tutunuyorum.

Bir şehirden diğerine giderken plütonluğumu da götürüyorum, plütonu da götürüyorum. Bir şehirden diğerine gece giderken plütonu düşünüyorum.

Bir şehirden çıkıp diğerine vardığımda, plütonu düşürüyorum.

Plüton
düşündü ve
düştü.

12 Ocak 2012

Kendime Çaylar Demliyorum

Kaç gün önceydi hatırlamıyorum ve ben ders çalışmaktan intihara meyletmiş ruh halimle kendimi ne kadar çok sevdiğimi, ne kadar sevsem yine az kalacağını fark ettim. Bir tür savunma sanatıydı yaptığım ya da değildi. Hiçbir şey kendime duyduğum tarif edilemez sevgiyi haksız çıkaramazdı.

Perdesi kapalı penceremden ufuklara bakarak inceden bir tebessüm ettim. Penisi olan erkek halim karşıma çıksa ona aşık olurum diye düşündüm. Bazen çekilmez, donuk ruhlu bir kevaşeye dönüşebilme potansiyelim olduğu gerçeği olduğunu hatırladım. Ancak salya ve sümükle karakterize aşklarımızın uğruna ölüp bitmelerimiz biraz da bu nedenlerden ötürü değil midir?
Bir an o kadar sevdim ki kendimi, kendimle sevişmek istedim. Kendimle sevişsem nasıl olur diye düşündüm; kapı açılsa, içeri ben girsem ve sevişmeye başlasak... Büyük ihtimalle orgazm olamamak gibi bir sorunum olmazdı. En ulvi yerlerime çok ulvi şeyler yapardım, kendime dünya tarihinin gelmiş geçmiş en etkili G noktalarını yaratırdım ve  iyi bir kadın olursam belki kama-sutra'yı baştan bile yazabilirdim... En nihayetinde de kendimle hayatım boyunca yaşardım.
Sonra kendimden nefret ettiğim zamanları düşündüm. Kendimden nefret ettiğim zamanları bile seviyor olduğumu fark edince kendimi daha çok sevdim. O da bendim. Kendimden nefret eden ben de bendim ve beni her yönümle özümseyebilecek tek insanın yine ben olduğuna karar verdim. Kendimden nefret etmeyi seviyordum. Mutsuzluklarımı, acılarımı, zayıflıklatımı, çaresizliğimi seviyordum, çünkü hepsi bendim.

Düşüncelerim gittikçe tehlikeli bir hal almaya başladı. Önce, insanların içinde yaşamanın ne kadar tahammül edilemez bir şey olduğunu, bu nedenle toplumsal varlığımı sürdürmemeyi düşündüm. Hiçkimse bana benzemiyordu. Hiçbiri beni benden çok tanımıyordu, tanıyamazdı da. İnsanlara kendimi anlatmaya çalışmaktansa kimseyle iletişime geçmemenin mantıklı olduğunu düşündüm. Sonra da acı bir şekilde, aşık olamayacağımı fark ettim. Kimse tam anlamıyla istediğim gibi değildi. Ve ben, ben olmayı sürdürdükçe de olamayacaktı. Bir daha aşık olamamak fikri, beni hüzünlendirdi.

Aşk konusundaki fikirlerimden sonra birden kendime geldim. Daha fazla düşünürsem, insanlara karşı geliştirmeye çalıştığım sevgimin iğrenmeye dönüşeceğinden korktum. Bu konuyu da hümanizm konusunda hatırı sayılır biri olana kadar düşünmemeye karar verdim. Kafamı perdesi kapalı penceremden, üzeri notlarla dolu masama çevirdim. Ağzımda, sol köşesi sol tarafa kaymış dudaklarımın yandan ve tedirgin sırıtışı, aklımda şu cümle: "Düşünün; düşünün ama durup dururken düşünmeyin. İşinizde çalışırken düşünün. Ev satın alırken düşünün. Çocuklarınızın geleceğini düşünün. Yalnız, akşam evde otururken, durup dururken düşünmeyin."

*kalabalıksızlığın şarkısı : halimden konan anlar-kendime çaylar


1 Ocak 2012

Aferin sana Flebit! Dört basamaklı ümitsiz tarihinin birler basamağını, büyük bir neşe içinde özenle değiştirdin. Herkesten daha çok eğleniyor olduğunu acınası bir ironiyle onaylattın. Mutsuz benliğinin acizliğini daha iyi teşhir edemezdin.
Sus Flebit, beni böyle kandıramazsın. Gölgenden bile anlaşılan sevgiye aç ruhunu nasıl pazarladığını gördüm, gözlerindeki çaresizliği, bir türlü yok edemediğin egonu gördüm. Ah benim zavallı insanım, mutluluğu nereye kadar sayıların son rakamının değiştirildiği yerlerde arayacaksın? Daha kaç zaman kalıntıları bile içini çürüten kıskançlığınla yaşamaya çalışacaksın? Geri kalan üç yüz altmış dört günü mutlu olmayı dilediğin yıl için, seni 'on'dan geriye sayarken gördükten sonra; bazılarımızın mutsuzluğu hak ettiğine karar verdim Flebit. Sen, kendinle ilgili şeyleri çözmedikten sonra, kimsenin seni sevdiğini tam anlamıyla hissedemeyeceksin ve mutluluğu böyle saçma sapan eylemlerle arayacaksın.

Ah be güzel kadın, bir farkına varsan aynadakinin.

Seni son kez uyarıyorum, şu an aklından ne geçtiğini de biliyorum. Hayır Flebit, ağlarken gözlerinin kızarmamasını istemek sana kendini iyi hissettirmez. Ağlarken iyi hissedemeyeceğini öğrenemedin mi daha?

Sana bir sır vereceğim; dibini görmeden paçaları sıvayamazsın.

Temelsiz cümlelerini söylemeyi aklından bile geçirme. Çaresizliğine ahmakça sebepler aramayı bırak. Kendine söylediğin yalanlara inanmaktan bıkmadın mı? Sen de kendinden sıkılmadın mı?
Tamam Flebit, susuyorum. Saplantılı duygulanımlarını kabullenmekteki gayretin için susuyorum. Seni, bir nedeni yokken aniden ve yavaşça sevdiğim için susuyorum.

Şimdi sakin ol ve elindeki nedenleri yavaşça yere indir. Uyku vaktin geldi, gözlerini kapat ve uyu. Karanlık her zaman seni kendine yaklaştırır Flebit, bunu unutma...

Sevgilerimle...
En Sevdiğin Tarafın