28 Aralık 2011

*SHEILA

... 
mastürbasyon delisi elindeki elliliği, benim mandallı bloknotun üzerine koyup kaydırıyor ve "beni dinle bebeğim. öğle yemeği için sadece bir saatlik iznim var" diyor. "patronum şimdiden beni öldürme planları kurmaya başlamıştır..."
omuz silkiyorum. ıslak dirseklerimi bluzun ter lekeli eteklerine silerek temizliyorum.
günümüzde en önemli şey özgür irade.
yetişkin bireylerin kendilerine ilişkin yasal seçimler yapmasına izin veriyor musunuz?
ah şu mastürbasyon delileri. ah şu otuz birciler. akıllarından geçeni anlamak için bir kez yüzlerine bakmanız yeter. mesela kolları güllerle dolu çocuğa bakın. kendini beyaz atlı prens sanıyor. bugün, trajik hayatı boyunca kötü seçimler yapmış cassie wright'ı kurtarmak için buraya gelmiş. oğlan, kadının çocuğu yaşında. ona bir öpücük verince, kadının utanıp, minnettarlık hisleriyle ağlayacağını düşünüyor.
bunlar, gözünüzü üzerinden ayırmamanız gereken kaybeden herifler.
...


günümüzde en önemli şey serbest ticaret.
bir insanın kazanç elde etme nüfuzunu kullanma yönündeki yeteneğini sınırlıyor musunuz?
olası acı çekmesinler diye insanların davranışlarını sınırlıyor musunuz? yarış arabalarının pilotlarına ne demeli? rodeo yapan kovboylara?
ah şu tavşana niyet çektirenler. andrea dworkin'in demode boş laflarının dışında hiçbir feminist teoriyi okuma zahmetine girmemişler. sekse ilişkin olumlu bir şey okumamışlar. naomi wolf'un şu sözüne yakın bir şey de: "geliyorum, öyleyse varım..." hayır, kadın ister sikilecek bir metres olsun ister satın alınan bir genç hanım, her halükarda bir adamın amacına hizmet edecek pasif bir objeden öteye gidemez.
...


asıl deha örneği ise durumu rekabete dönüştürmekti. bir ereksiyon yarışına. artı, yapılan çalışmalar sonucunda, herhangi bir cinsel ilişkiden hemen önce erkekleri çok yakın bir şekilde bir arada tutarsanız, o erkeklerin sperm sayısının arttığı saptanmıştır. bu araştırmalar, boğaların, doğurgan bir ineğin yanına grup halinde alındığı mandıralarda yapılmıştır. neticede daha fazla canlı sperm bıraktığı görülmüştür. pelvik tabanın daha güçlü kasılması, fışkırtılan sıvının irtifa ve uzaklığını maksimuma ulaştırmıştır.
iyi para kazandıran çekimin arkasındaki bilim.
çoğaltılmış çekim ve yüzey gerilimi. daha fazla kıvam. yüze doğru düzgün boşalmanın fiziği.
sadece biraz daha iyi olan biyolojik bir şart. porno filmleri, çağdaş mandıra ürünlerine dayandırmak. herhangi iyi bir çoklu girişin romantizmini yok edecek ticaret sırları.
...


ingiliz antropolojist catherine blackledge, insan cenininin mastürbasyona doğumdan bir ay önce rahimde başladığını söylüyor. otuz ikinci haftada meydana gelen o kıpırdanmanın, rahimdeki o çekilmenin sebebi, bebeğin tekme atması değil. edepsiz minik şey üçüncü üç aylık dönemde attırmaya başlıyor ve sonrasında asla ama asla durmuyor.
mastürbasyon delilerinden oluşan bu ekip, şu popo şaplakçıları, sony betamax'ı ortadan kaldırdı. vhs'nin, beta teknolojisinden iyi olduğuna karar verdiler. evlerine, o zamanlar pahalı olan ilk jenerasyon interneti getirdiler. bütün internet ağını mümkün kıldılar. yalnızlık paralarını internet sunucularına yatırdılar. çevrimiçi porno filmleri satın aldıkları için satın alma teknolojisi ve tüm o güvenlik duvarları oluşturuldu, ki bu duvarlar ebay ve amazon sitelerinin kurulmasını olanaklı kıldı.
bu, yaraklarıyla oy veren yapayalnız otuz bir manyakları, dünyadaki en üstün yüksek çözünürlük teknolojisinin blu-ray değil, hd olduğuna karar verdi.
elektronikçiler bu insanlara "ilk uygulayıcılar" dedi. bu insanlar patolojik birer yalnızdı. duygusal bağ kurmaktan yoksundu. harbiden doğru. bu mastürbasyon delileri, bu otuz bir manyakları, geri kalan bizi yönlendiriyor. milyonlarca çocuk önümüzdeki noel, bu heriflerin boşaldığı şey ne ise onu isteyecek.


üçüncü dalga feminizmden söz etmek istiyorsanız ariel levy'den alıntı yapabilir, kadınların erkek baskısını içselleştirdiğini savunan fikirden söz edebilirsiniz. bahar tatilinde fort lauderdale'e gidip sarhoş olmak ve memeleri göstermek, kendinize yetki verme eylemi değildir. ataerkil toplum kavramları size şekil verip, sizi programladığından, sizin için en iyi olanın en iyi farkına varamayan olursunuz anca.
felakete sürüklenmekte olduğunun bile farkına varamayan budala bir genç kız olursunuz.
gerçek adı grace quek olan ve bir kereliğine de olsa bir kadının damızlık olmasını istediği için 251 ezik herifle sikişerek dünya rekoru kıran annabel chong'tan alıntı yapabilirsiniz. çünkü chong seksi seviyordu ve dişi porno oyuncularını aptal ya da kurban olarak gösteren feminist teorisinden sıkılmıştı. 1970'lerin başında linda lovelace derin gırtlak isimli filminde tamı tamına aynı felsefi sebepleri öne sürüyordu.
günümüzde son olarak en önemli şey kişisel gelişim.
insanların mücadeleye girme ve içindeki potansiyeli keşfetme hakkına saygı gösteriyor musunuz? çoklu-giriş yapmakla, everest dağı'na tırmanarak insanın hayatını riske atması arasında ne fark var? ve seksi, tutarlı duygusal bir terapi olarak kabul ediyor musunuz?
sonradan, linda lovelace'in rehin tutulduğu ve kendisine işkence yapıldığı ortaya çıktı. öte yandan, londra'da dört adam ve on iki yaşında bir oğlanın, porno yıldızı olmadan önce grace quek'e tecavüz ettiği de.
ilk uygulayıcılar annabel chong'u çok sever. eee, ne de olsa arızalı, ağrızalıyı çeker.
...


günümüzde son olarak en önemli bir başka şey de gerçeklik.
bütün kimliğiniz bir anda yok olursa ne yaparsınız? bütün hayat hikayeniz bir yanlıştan ibaret oluverirse, bu durumla nasıl başa çıkarsınız?
...




*Ölüm Pornosu'ndan

23 Aralık 2011

ben nerde miyim?-1,5

...
diğeri yirmili yaşlarda bir kadın. kocaman gözleri ve kocaman bir kalbi var. dikkatli baktığın zaman elleri de kocaman. tek çocuk. sevmeye çalıştığı bir annesi, sevmemeye çalıştığı bir babası var. sevmemeye çalışıyor, çünkü babasına benzeyen adamları sevmek istemiyor. hiç aklına gelmese de gözleri aynı annesine benziyor. ve hiç bilmese de bazı sözleri annesine de babasına da benziyor. düzene karşı ses çıkarmaktan yorulmuş, göz altları nedensiz yere kararmış. sevmekten yorulmuş, sevilmekten kararmış. yorgun ve kara bir halde, güzel ve mor bir dünyanın düşünü kuruyor. annesine benzeyen gözleriyle düşlemediği gibi yaşıyor. bir bilene sorsalar, o bile bilemez içini, istediğini, iğrendiğini... söylediğine göre yirmisinin ortasında bir kadın. sandığından çok daha güzel bir kadın. kimse sevmese bile, onu her zaman sevecek bir kadını olan kadın.


Özgün.

19 Aralık 2011

Yeni Gelip, Yeni Giden'e

Yoksun gibi değil, hiç olmamışsın gibi.

9 Aralık 2011

Ben çok güçsüz biriyim baba. Yıllarca kendimi kandırdım ve hep güçlü olduğuma inandım. Oysa yaptığım tek şey bir başkasının yanında değil, odamda yalnız başıma ağlamaktı. Fleksör sinerji çalışırken girdiğim ağlama krizleri bile zor gösterdi ezikliğimi. Eziğim, çünkü hep uygunsuz pozisyonlarda ağladım. Güçsüzlüğümü yorganın benden taraf sağ köşesine püskürttüm. Senin gibi başı dik, kaya gibi olacağım diye, bana şefkat gösteren her adama beynimi verdim, tüm duygularmı verdim üzüntüm hariç. Şimdiyse sahip olduğum tek şey, bir başkasının yanında ağlayamama yetisi.

Güçlü değilim ben! Gücün tanımını yap desen onu bile yapamam. Sen derim, allah derim, yunan heykelleri derim. Görüyor musun baba? Bir kere bile yanağımı sevmedin. O yüzden yanağıma dokunan tüm erkeklere aşık oluyorum, sonra senin öğrettiğin gücün yardımıyla her aşık oluştan bir fincan kahve içerek ayrılıyorum.

Ben artık yıkılmak istiyorum baba. Evimin olduğu sokağın ortasında nefesim kesik kesik ağlamak istiyorum. Ağlamaktan sırılsıklam olmuş burnumu elimin tersiyle silmek istiyorum. Kabullenemiyorum baba. Beni, senin sevdiğinden daha çok seven erkek olmadığı gerçeğini kabullenemiyorum. Her tarafından fışkıran bu sevgisizliğinin içinde bile, aralarında beni en çok sevenin sen olduğunu kabullenemiyorum.

Çok düşünüyorum, çok çok fazla düşünüyorum; sevilmemek için ne yaptım ben, herkes tarafından?

9 Kasım 2011

4 Kasım 2011

iz, kısa ve öz.

iz'i özledim. gözlerimin içine düşercesine beni dinleyişini, yanında ağladığım ilk ve son zamanda oturduğu koltuktan yanıma gelip benle birlikte ağlayışını...
bana verdiği değer yüzünden kendinden nefret ediyordu. bunu görebiliyordum. o yüzden arada sırada bana hayatındaki en gereksiz insanmışım gibi davranıyordu. kendine duyduğu nefreti yine kendince bir tatmine dönüştürüyordu.


birine, yine iz'e ilk ve son kez anlattığım bir olayı anlattım. yüz yüze de değildik. zaten yüz yüze olsak anlatamazdım. iz'den sonra anlatacağım ilk kişinin psikolog olacağına karar vermiştim ama yapmadım. şu an iz'in kendinden nefret ettiği kadar ben de kendimden nefret ediyorum. kendimi daha değersiz hissettiremezdim. değersiz hissetmek için doğa üstü bir çabayla didindim, hak ettim bunu. kendine verdiği sözleri tutamayan bir insan daha kötüsünü hak eder.


böyle zamanlarda hep iz geliyor aklıma. öylesine anlaşamıyorduk ki anlaşabildiğimiz zamanlarda ise devrim yapabilirdik.
yaralarımın değerini onda hissettim.
yaralarımı en iyi anlayan ve beni en iyi yaralayandı iz.
yaralarım ilk defa onda "iz"leşmeye başladı.
yaraları benim yaralarımdandı, benim yaralarımdı.
yaralar
ve
yara.


ağlarken gözlerinin rengi yeşile dönüyordu. gözlerini en çok ağlarken seviyordum. sanırım onu bu yüzden o kadar ağlattım. 
yine gözlerinin renginin yeşile döndüğü bir zamandı. bir an geldi ve kendime dedim ki "işte bu o ve ben ona utandığım her şeyi anlatabilirim." keşke utanmadıklarımı da anlatabilseydim.
sonra herkeste o hissi aradım. ama kimse benden utandığım bir şey anlatmamı istemiyordu. 


iz'i sonsuza dek kaybettim. şimdi başka yaralar peşinde, çok sevdiği bir şehirde kendinden nefret etmeye çalışıyor. onu özlüyorum, onu babamın ölümünü düşünür gibi özlüyorum. 


bir daha asla kimse, benim için kendinden nefret etmeyecek.

28 Ekim 2011

*SARHOŞ OLUN

Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda. Tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman'ın korkunç ağırlığını duymamak için, durmamacasına sarhoş olmalısınız.

Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun.

Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üzerinde, odanın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda  uyanırsanız, sorun yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun, "saat kaç" deyin; yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir karşılığını: "Sarhoş olma saatidir...
Zamanın inim inim inleyen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle, erdemle, nasıl isterseniz.

* Charles Baudelaire

2 Ekim 2011

Tek kelime Kürtçe bilmemesine rağmen telefonu Kürtçe kullanıyor. O yüzden, ortalama özellikleri olan telefonuyla mesaj atmak ve konuşmaktan başka bir şey yapamıyor.
Soruma "ay seviyorum ben" cevabını verip kalın sayılabilecek parmaklarıyla telefonunu elimden çekiyor. Konuşması parmaklarından kibar ve konuşması parmaklarından kibar olan herkes ucundan da olsa kendi cinsiyetindeki insanlara ilgi duyar.


Pembeyle kırmızı arasındaki dudaklarına bakarak "kesin gay" diye düşünüyorum. Bu fikrimden cesaretle hoşuma giden her gaye attığım bakışı fırlatıyorum ve sadece kadınlardan hoşlanan erkeklere söylemeyeceğim şeyler söylüyorum. Sarma sigara içip tütününü siyah poşette taşıyor. Bunun, onu daha çok istememdeki etkisini hesaplayıp, sadece erkeklerden hoşlanmıyor olmasını diliyorum.


Telefonuna sevgilim diye kayıtlı kişiden mesaj geliyor ve kullanmayı bildiği iki özellikten birini kullanıp sevgilim diye kayıtlı kişiye mesaj atıyor. O sırada sevgilim kişisinin cinsiyetini merak ediyorum, daha fazla kur yapmaya başlıyorum.


...


Kalın sayılabilecek parmakları mememde, pembeyle kırmızı arasındaki dudakları da dudaklarımda, gıcırdayan yatağımdayız. "Demek bir biseksüel böyle sevişiyor" diyorum kendi kendime.
Arada bir sevgilisi geliyor aklına, kafası karışıyor. Muhtemelen sevişme öncesi hazırlık olarak titreşime aldığı telefonu onlarca kez çalıyor. Böylece telefonunda kullanabildiği üçüncü bir özellik ekleniyor yetenekleri arasına.


"Altı aydır çıkıyoruz ve ben ona yalan bile söylemedim" diyor. Son on dakikadır yaşadığı suçluluk hissinin seninle sevişmek istiyorum temalı davranışlarıyla bezeli üç saattir nerede olduğunu sorguluyorum. "Onu seviyor musun?" diyorum, "seviyorum" diyor.
Ekliyorum "insan aynı anda iki kişiyi sevebilir."


Susuyor.

26 Ağustos 2011

Uzun zaman önce seviştiğim bir adama benziyordu yüzü. Zayıf yüzünün her iki yanındaki çene kemikleri, konuşurken dudaklarında toplanan tükürük baloncukları...
-Güven duygusu herkeste kolay oluşmaz, dedi. Bana güvenmen konusunda yapabileceğim bir şey yok.

Hissettiklerimi anlamaya çalışan, üzerine bir şeyler söylemek zorunda olduğu için hayata dair -dir'li cümleler kuran ve gerçekten seviştiğim bir çocuğa benzeyen bir adamdı.
-Önyargıları olan bir insana kendimi anlatamam, dedim.
İnmesine izin verdiğim çocukluğumla, cinsel hayatım arasında bağlantı kuracak kişiyi iyi seçmeye çalışıyordum.

İlk telefon konuşması ve "beş dakika sonra geliyorum" cümlesini düşünmemeye çalıştım. Gitmişken ağlamalıydım. Gene aynı his, güçsüzlük... Dışarda bekleyen arkadaşım ağladığımı anlamamalıydı. Peçete istedim ve sonra adamı güçlü olduğuma inandırmaya çalışarak:
-Aslında duygusuz biriyimdir, yani ifade edemem, kimsenin yanında ağlamam. Annem hep duygusuz biri olduğumu söyler...

Zaten yeterince küçük hissederken ikinci telefon konuşmasında "iki dakikaya geliyorum, hatta bir buçuk." dememeliydi. Bana bunu yapmamalıydı. Beni en çok korktuğum duyguların ortasında yalnız bırakmamalıydı.
-Normalde kimseye vermem ama iki buçuğa randevu verebilirim, dedi.

Açlık hissiyle merhameti arasında, açlığa daha yakın bir yerdeydi.

Yolda yürürken güneşin yüzüme vurmasını istiyordum.

-Ne oldu? dedi arkadaşım.
-Hiç öyle konuştuk ama bir daha gitmeyeceğim, herifi sevmedim, dedim.

-Acıktım ben, bir şeyler yiyelim mi?

Seviştiğim çocuktan on santim daha uzundu. Yürüdük.

25 Temmuz 2011

sen bu satırları okurken ben senden çok uzakta olacağım..

hep böyle başlayan mektuplar yazmak istemişimdir birilerine.. yine sana denk geldi hep isteyip de yapamadıklarım. belki de yanlış insanlarda arıyoruz hep en çok istediklerimizi. hep aşık olduklarımızın bizim cümlelerimizi kurmasını istiyoruz. içimizden geçenleri.

bir gün birileri kuracak mı istediğimiz cümleleri, -biz istemeden- tesadüfen.. ve biz aşık olacak mıyız onlara? ya da zaten aşık olduklarımız kuracak ve biz hayret etmeden öylece bakabilecek miyiz? hani zaten öyle bir adam olacak ki karşımızdaki şaşırmayacağız böyle şeyler duyduğumuzda zaten "O" çoktandır, -heptendir- öyle bir adam.. kısa ve devrik ve dolaylı cümleler kuran; ama en önemlisi içimizdeki cümleleri kuran..

belki bir gün ...


sana senin bloğundan yazmak da çok heyecanlıymış :) sanki çocukken, mutfaktan bizim için yapılmış ama soğuması beklenen pudingi gizlice aşırdıktan sonraki itiraf zamanı gibi.


sen bu satırları okurken belki de biraz sonra yanına ben geleceğim ve yine abuk sabuk şeylerden bahsedeceğim. ama en güzeli de ne biliyor musun?

abuk sabuk da olsa bahsettiğim şeyleri dikkatle dinleyen birilerinin varlığını bilmek, seni bilmek; seni anlayabilmek en doğrusu anlaşabilmek! aynı dünyanın hayalini kurabilmek. sen olmasaydın bir şeyler çok eksik kalırdı hayatımda. bu dünyayı çekilebilir kıldığın için ve en önemlisi beni çekebildiğin için teşekkürlerimi borç bilir kocaman bir öpücükle mektubuma son veririm efenim.

ben de bi çeşit insanım işte, seviyom seni ben. <3 <3 <3



Çiğdem

9 Haziran 2011

toplumu kendi büzüşük beyinlerinden ibaret sananlara...

acı gerçek şu ki; toplum yalnız sizden oluşmuyor! toplum hepimiziz. biz mini etek giyiyoruz, biz mezuniyet balolarından sonra seks yapıyoruz, biz evlenmiyoruz, çocuk yapmıyoruz, biz porno izliyoruz. hangi hakla seksen milyon insan üzerinden ortak bir ahlak yapısından söz edersiniz? siz kimsiniz de neye değer verip vermeyeceğimize ve ona göre davranacağımıza karar verirsiniz?

bu ülkede gençlerin %43'ü evlenmeden önce cinsel ilişkiye girerken hiç kimse sevişmiyormuş gibi davranamazsınız. dünyada günde 100 milyon cinsel ilişki yaşanıyor ve hala "kadın mı kız mı" diyebiliyor bir ülkenin başbakanı. cevap vermek istiyorum; sana ne ulan! sana ne bizim öpüşmemizden, pozisyonumuzdan, fantezilerimizden... madem kendinize göre örfleriniz, adetleriniz, ahlak yapılarınız var; gidin yaşayın öyleyse ama bize 'şuna göre yaşayacaksınız' demeyin.

hala insanlar devletin kendi vatandaşlarının hangi siteye girip giremeyeceklerine, neye inanıp inanmayacaklarına, neyi giyip neyi giymemesi gerektiğine... karar verme yetkisinin olduğunu düşünüyor.

devlet bu değil, devlet siz değilsiniz: devlet biziz!

ilk defa geleceğimden korkuyorum ve bu ülkede yaşama istediğimin gün geçtikçe azaldığını hissediyorum. buradan, buradaki insanlardan korkuyorum. bu ülke beni korkutuyor. tüm benliğimle kadın olarak bireyselleşmeyi, özgürleşmeyi savunurken ve buna göre yaşamaya çalışırken üzerine basılıp ezilen böcekler gibi olmaktan korkuyorum. ben, bu şekilde ölmek istemiyorum...

11 Mayıs 2011

saray kurtları

İstanbul Adalet Sarayı... Ne kadar da büyük... Adaletsizliğin bu kadar dehşet verici olduğu bir yerde şu durum ironik değil mi? Adaletsizliğin büyüklüğünü, adaleti umduğumuz yerleri büyüterek örtmeye çalışıyorlar.

Bir an o kadar büyük yerde neler yaptıklarını düşündüm. Bir sürü oda, bir sürü sandalye, binlerce kalem, yüzlerce insan... hepsi bir türlü beceremedikleri şey için orada. Zilyon tane beyin hücresi haksızlıkları önlemek için çalışıyor. Her şey o kadar büyük ki, tüm o olağanüstü nicellik...

Hiçbir şey, hiçbir şey yolunda değil. Kendisi için yapılan binanın altında ezilen adalet, sevdiği her şey için ağlıyor.

11 Mart 2011

ven evriting dayz

http://listen.grooveshark.com/s/Fire+Flies+And+Empty+Skies/2uVlyf?src=5

pek sabah sayılmasa da sabah 11 civarı uyandım. hatırladığım en mutlu uyanışlarımdan biriydi diyebilirim. ilk buluşma gibi, ilk öpücük gibi, ilk ilk ilk güzel olan her şey gibiydi. duş aldım ve sevgiliye güzel görünme çabası gibi süslendim. ilk olarak okula gitmem gerekiyordu, gittim. bu kısmı atlıyorum çünkü hayatımın en gerekiz kısımlarının geçtiği yerden bahsetmek istemiyorum. okuldan çıktım servise yarım saat vardı bu arada açlıktan geberiyordum ama kalan son paramla bira alacağım için dayanmaya çalışıyordum. god is an astronaut ise, onu ayık kafayla dinlemek küfür gibi olurdu. servise bindim nihayet ama öğrendim ki benim 16.30 otobüsü bir saat ertelenmiş. çıldıracaktım sinirden. otogara gittiğimde; benim en geç 17de binmiş olmam lazım diye diretince o otobüse oturttular beni. bu arada açlığa dayanamayıp bisküvi aldım. otobüsün yiyeceklerini sömürmeyi planlıyordum ama açlıktan başım ağrıyınca sömürü işini bir kademe az seviyede yapmak zorunda kaldım. otobüsteydim ve hala mutluydum. verilen yiyeceklerden iki tane aldım, şekerli yemeye ihtiyacım vardı daha mutlu olmalıydım.

akşam saat 8 civarı izmirdeydik. servise bindim ve 8i 20 geçe büyük parkın önündeydim. sorarak noxx'u buldum. bileti aldım 35 tlye. bir ihtimal 30a alırım bir bira da fazla alırım diye umutlanmıştım ama olmadı. kapı açılışı 9daydı ve yarım saatim vardı. işte o zaman yanımda biri olsaydı oyalanırdım dedim ilk defa ama 9da kapıda sıraya girince o düşüncem defoldu gitti.

konsere tek gitmek istemiştim. bir arkadaşımı çağırmıştım ama gelemedi ben de zaten tek gitmenin çok çok farklı olacağını düşündüğüm için kimseyi bulma çabalarına girmedim. tek başıma içip gia önünde ibadet etmek istiyordum benle onların arasına kimse girmemeliydi.

saat 9u 10 geçe sıradaydım. kapı açılışı saatine kadar dolanmıştım kendi kendime. sıraya girdiğim andan itibaren hissettiğim hisleri hiçbir kelime tanımlayamaz. konserin olduğu yere girdim nihayet. tek başımaydım. gelenlerle ilgilenen bir çocuk geldi. tekim dedim ve daha çok ilgilenmeye başladı. tatlıydı, tek ve korunmasız bir kadına klasik bir erkeğin toplumsal cinsiyet algısını kafasında aşmaya çalışan modeli gibi davranıyordu. bira içip içmeyeceğimi sordu, birazdan dedim. ve etrafa bakınırken o gece beni şaşırtmaktan delirtebilecek birini gördüm; doğuş. eski sevgilim ibrahimin en yakın arkadaşı. eski sevgilim ibrahimin bana yaşattığı travmaları ve arkadaşlarının bundaki rollerini ve doğuştan nefret etmemin nedenlerini tam olarak hatırlayamasam da nefret ettiğimi düşünürsek bu da travmatik bir karşılaşmaydı. ama doğuş uzun zamandan beri aklıma gelmemişti, ona nasıl davranacağımı da bilmiyordum. zaten bir kaç dakika bu o mu diye birbirimize bakmakla geçti. yanına gittim. biraz konuştuk ve gecenin ikinci olay adamı alinin de konsere geleceğini söyledi, işte buna çok sevinmiştim. masama gittim ve bir bira istedim.

ve nihayet tanrı uzaya çıktı! nasıl olduğunu anlayamadığım şekilde doğuşla aynı masadaydık ve etrafımızda tanımadığımız ama biralarını içtiğimiz herifler vardı ve o çocuk o kadar erkeğin arasında benle ilgilenmeyi bırakmıştı. daha ikinci biradaydım ama kafam öyle güzeldi ki... fragile'ı çalarlarken mutluluktan ölmek üzereydim. yeni albümlerinden bilmediğim bir kaç şarkı çaldılar ama sanki bir zamanlar çok dinlediğim, sonradan dinlemeyi bırakıp unuttuğum şarkılar gibilerdi. uçuyordum. uzayda, gökyüzünde, denizde, tüm katı sıvı ve gaz maddelerinin içinde uçuyordum. hayatımın konseriydi. anlatamadığım bir sürü şey hissettim ama en belirgini beni taşikardiden öldürebilecek mutluluk hissiydi. ölüyordum hem de mutluluktan. sonra forever lost, remembrance day, suicide by star... bas sesinin tüm iç organlarımı titretmesi kadar güzel bir şey yoktu. post rock konserinde kafa sallanabileceğini düşünmemiştim ve kafa sallamayı bu kadar özlediğimi de... bu konser bitmemeliydi. hayatımda ilk defa bir konserin bitmesine üzüldüm. evet ilk defa! ve bir daha bir daha diye bağıran salaklar gibi bağıracaktım bittiğinde. hissettiğim üzüntü sevgilisine güzel görünme çabalarındaki hatunun süslenip buluşmaya gittiğinde sevgilisinin aynı eblek ifadelerle yüzüne baktığındaki üzüntü gibiydi belki de daha kötüsü. evet gittiler, bir baktım yeniden geldiler. altın vuruş gibiydi ve kimse altın vuruş yapıp ölmemeyi istemez. sanırım ben sakat kaldım. fire flies and empty skies beni sakat bıraktı. mutluydum, en sevdiğim grubun konserindeydim ve hayatımın konserinde tepinmiştim, iki tane biraya yetecek paramın olmasına rağmen, gecenin sonunda dört tane bira içmiştim, dört birayla hayatımın kafasını yaşamıştım hatta ankaradaki konsere gitmeyi düşünüyordum. bunun imkansıza yakın olduğunu kavrayınca bir dahaki gia konserini beklemeye karar verdim.

sonrası o kadar da önemli değil. doğuşla yolda sohbet ettik hatta bir ara ibrahimin bu aralar hep post rock dinlediğinden bahsetti, benim ne kadar değiştiğimden ve kilo aldığımdan. vedalaşırken sarıldık, çok ilginçti.

şu an öylesine mutluyum ki... bu konser benim orgazmımdı. nirvanaya ulaşmak üzereydim. öldüğümde uzaya göndersinler beni, lütfen.
şu an en büyük isteğim uzaya gitmek.

evet ben uzaya gitmek istiyorum!

2 Şubat 2011

sevmek güzel şey




tanıdığım tüm erkekler orospuyudu, çünkü kadın olsalar kesin orospu olurlardı. oysa orospuluk kadına özgü değil kişiye özgüdür.

çünkü hepsi kadınlarla yatağa girmeyi büyük bir zafer gibi anlattılar.

çünkü hepsi bir zamanlar bir kadın tarafından yara alıp, o izi silmeye çalışıyorlardı.

çünkü onlar için bir kere aşık olunurdu. benleyken ya hiç aşık olmamışlardı ya da bir kere aşık olmuş bir daha olmayacaklarına inanmışlardı.

çünkü onların belirli bir aşk tanımı vardı, beyinlerini aşkı tdk gibi tanımlamak için kullanmışlardı.

çünkü hiçbiri ne hissettiğini bana anlatmadı. hepsi yalan söylemek yerine hiç konuşmamayı tercih etti.

çünkü hiçbiri ne hissettiğimi anlattırmadı. hislerimin büyüklüğü onları korkutuyordu. kafalarındaki 'kendileri'nin, kafamdaki 'kendileri'yle uyuşmamasından korkuyorlardı.

çünkü hiçbiri bana "niçin" demedi.

çünkü hiçbiri olması gereken zamanda olması gereken yerde değildi. olması gereken hiçbir şeyi bilmiyorlardı. bencillerdi ne hissettiğimi önemsemediler, önemli olan onların istediğiydi.

çünkü hepsi korkaktı. hepsi her şeyi planlayıp ancak yapabilen korkaklardı. mantıklarıyla duyguları arasına duvarlar çeken, her zaman ileriyi düşünmenin mantıklı olduğunu sanan, duygularından korkan korkaklardı.

çünkü güven onlar için kadınlarının daha önceki yaşanmışlıklarıyla ters orantılıydı, kendi yaşantılarının bok gibi çokluğuna rağmen. güven bu değildi, bilmiyorlardı ve güven vermek konusunda hiçbir yetenekleri yoktu. hiçbir şeyi aslında bilmiyorlardı orospuluğu, duyguyu, yarayı, aşık olmayı, hissiyatı, soru sorabilmeyi, olması gerekenleri... mesela şiiri de bilmiyorlardı. kafiyeli şeylerden hoşlanan hiçkimseyi tam anlamıyla sevemeyeceğimi de bilmiyorlardı.

hala bilmiyorlar, hala anlatmamakta direndikleri hisleri en önemli şey kendileri için. çok şey bildiklerini sanıp hiçbir şey yapamıyorlar.

hepsi aynı aslında. birey olabilmeyi başarmış karınca gibiler. ne kadar başarsalar da sonuçta hepsi birer karınca.

hepsini hem seviyorum hem sevmiyorum. bende bu kadar karmaşık hisleri yaratamayacak kadar basit canlılar olsalar da boşluğuma gelip karmaşıklaşıyorum. karmaşık ruh hallerini seviyorum. kafamın karışık olmasını seviyorum. ama erkeklerin bunu asla anlamamalarını, anlamak için bir şey yapmamalarını ve hala kendilerine aşık olmamı beklemelerini sevmiyorum.

bana şiirden hiç bahsetmemelerini de sevmiyorum.

Sen el kadar bir kadınsındır
Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli.
Bazı ağaçlara kapı komşu,
Bazı çiçeklerin andırdığı.
İş bu kadarla bitse iyi;
Bir insan edinmişsindir kendine,
Bir şarkı edinmişsindir, bir umut
Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
Saçlarınla beraber penceredeyken
Besbelli arandığından haberli
Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda

Sevgili

20 Ocak 2011

özbüyücüsü

geçer bu yazılar
allah'a ettiğin tüm dualar
yanlışlıkla öptüğün tüm çocuklar
hepsi birer birer geçer
üzülme
hiç üzülme
herkes herkesi bir yerde unutur
insan sadece kendi ölümünü unutmaz

Hala bencilim. Hiçbir zaman doyurulamayacak duygusal bir açlığım var. Tüm bu duygudan yoksun tepkilerime karşılık, duygusal anlamda tavan yapmış davranışlar bekliyorum. Birilerini sevdiğimi birilerine göstermezken gösterilmemiş tüm sevgileri istiyorum. Evrimsel olarak hiçbir gelişme gösterememiş kıskançlığımdan nefret ediyorum. Bunu kendi içimde yaşayıp ruhumu kemirmesine izin verdiğim için kendimden de nefret ediyorum. Niçin gerektiği yerde gerektiği gibi hissedemiyorum?

kötü olan her şey kedinin evden kaçmasıyla başladı. yataklara yabancı adamlar doldu. bilirsiniz, anneler en çok bu zamanlarda anımsanır.

-bugünlerde anneniz aklınıza daha sık gelmeye başladıysa, önemli suçlar işliyorsunuz demektir. baba, bu sırada kasvetli bir yalandır; kilitleri çıkarılmış giz kutuları, ölü kız çocukları, kırılmış eller-

yataklara yabancı adamlar dolunca, evde keskin bir ihanet kokusu; küflenmiş peynir, duvarlarda adam izleri... kedinin ezayan yokluğu ve korkunç insanlık haberleri, masanın üzerindeki kitapları çoğalttılar.

-düşünün biraz, böyle olur hep. "o" gider ve çoğalır tek kişilik sinema biletleri, aklın anımsattığı arkadaşlar ve bilimsel yayınlar-

kadın, anlaşılmamış bir şaka gibi havada asılı. kadın hep en önemli yerini unuttuğu komik bir öyküyü arar. aslında öykü, bir tür terk edilmeyle başlar.

Birileri gidiyor ve ben öylece bakıyorum.

peçete koleksiyonu yaptığımızdan beri kadınız. oğlan çocuklarının yere çivi atarak oynadıkları oyunu öğrenmeye çalıştığımızdan beri de, daha çok. kanamanın ve sevişmenin bununla ilgisi olmadı hiç. "hayal dünyası"nda yaşadığımdan beri de, kafam karışık biraz. hiçbir kadının bütünlüklü bir öyküsü olamayacağını düşünüyorum durmadan. çünkü bütünü, bizlerde bir bütün oluşturmak için yola çıkanlar parçalara böldürler. sonra onlar da bölündü. öykülerimizi artık kuramıyoruz. hiçbirimizin serim, düğüm ve sonucu olamadı. kadınların, küçük, komik, acı öyküleri vardı. öyle ya, peçete koleksiyonu yapan bir cinsten ne beklenebilir ki? sizce kaç erkek biliyordur kadınların küçükken peçete koleksiyonu yaptığını?

Her zaman güzel hikayeleri olan birine ne anlatabilirsin ki? Devrik cümleli, sivilceli, tırnak arası kir dolu hikayeler... Her şey vajinayla alakalı. Bir vajinaya sahip olmanın ne demek olduğunu ancak bir vajinaya sahip olan biri anlar. Basit ama etkili bir mantık. Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda sırf vajinası olduğu için kalın kıllı bir kolla durdurulmuş birileri birbirlerini anlayabilir.
Zaten beyninin her kıvrımıyla bir erkek tarafından korunmayı reddedip, tek bir dokunuşla tam tersini hisseden canlıları kim anlamak ister ki?


Çünkü ben sevdim mi her şeyi ağlatmak isterim
en başta da anlamlı kelimeleri

5 Ocak 2011

İt olabilmek meselesi


Tüm ruhumla sokak köpeği olmak istiyorum. Tüm gün uyuklayıp, acıktığında çöp karıştırıp, vakti geldiğinde sikişen bir sokak köpeği.. Bir sokak köpeği olsaydım, tanrım kesinlikle bir çöp konteynırı olurdu. Köpek halim bile, şu anda yaşayan insanların büyük çoğunluğundan daha akıllı.

Etrafa boş boş bakan bir köpek. Ne ulaşılmaz bir şeysin!