17 Aralık 2012

O gitti,
Kedi öldü,
Kalan sağlar bize kalmadı.

9 Aralık 2012

Ölü Bedene Bekaret Kontrolü Yaptıranlar

-Bir daha bak, diyor asker. Devletinin yıllardır uyguladığı ayrımcı ve şiddet dolu politikalar sonucu tek çare olarak eline silah almak zorunda bırakılan 'artık ölü' kadının vajinasından almaya çalışıyor hıncını.
-Yanlış görmüşsündür, bir daha bak, diyor doktora. Sevişmekle, hiç sorgulamadan kurallaştırdığı 'vatan hainliği' arasında neden sonuç ilişkisi kuruyor. Kendine mal edindiği, kendinin olmaktan çok uzak toprakları, yine mal olarak gördüğü kadın bedenini koruduğu gibi koruyor. Aslında her ikisinin de korunacak şeyler olmadığını aklından bile geçirmiyor. O kadar emin ki beyni kadar işlevsiz zarın orada olmadığından, daha çok ısrar ediyor.
-Kaç kere bakayım, yalan söyleyemem, diyor doktor. İkisi de orada, hiçbir zaman sevişemeyecek ölü kadının, ölü vajinasının başındalar. Kürt ve kadın olarak doğup varolmaya çalışmış şimdi ölü bir Kürt kadınının bir daha hiç olmayacak cinselliğini sorguluyorlar. Asker şaşırıyor. Kadınlar için layık gördüğü kriterler arasında önemli bir yere sahip bekaretin nasıl o kadında olduğuna şaşırıyor. Kadının sadece insan olmaktan gelen hakları ve sadece insan olmaktan gelen davranışları üzerinde utanmadan söz hakkı istiyor.

Burada oturmuş o kadını düşünüyorum. Hala, 'bana kadın olmayı anlatır mısın' sorusuna cümleler arıyorum. Kadınlıkları, iki kasık arasına sıkışıp kalmış zihniyetler tarafından yargılanan kadınları düşünüyorum, bizi düşünüyorum, o kadını düşünüyorum. Hiçbir zaman sevişmemiş, sevişemeyecek olan, sevişmekten zevk alamayan, sevişmekten suçluluk duyan kadınları, vatanı için öldürmekten gurur duyan insanların sahip olduklarını sandıkları kadınları, kadınlığın ne olduğu hakkında tıpkı 'onlar' gibi cevap verecek kadınları, ölü, canlı, Kürt, trans, anne, orospu, gerilla kadınları...

5 Aralık 2012

'82 Rulez!

IX. Gençlik ve spor
Gençliğin korunması
MADDE 58- Devlet, istiklâl ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müsbet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır.
Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.

*Akla takılan; bizi devletten kim koruyacak?

4 Aralık 2012

Bir Elmaya Kaç Kurtçuk Sığar?

yetişemiyorum, hiçbir şeye yetemiyorum. hiç kimseye yetemiyorum. aynısından seksen beş parçaya bölünsem de bölsem diyorum. ne zamandır var bu his, şimdi şimdi anlıyorum. hayatımın etkisiz elemanı gibi, sanki hiç sevilmemiş gibi, öpülmemiş gibi, yüksek sesli bir kahkaha atmamış gibi. buram buram östorojen kokuyorum, buramdan korkutuluyorum. emekli olmak istiyorum, mesela bağ-kurdan.

elma olmalıydım, yeşil ve ekşi bir elma. içime alabildiği kadar kurtçuk dolduraraktan ağız sulandırmalıydım. yaprakları en yeşilinden bir ağaçta varolmalıydım. ağaca anne, ağaca baba demeliydim. içime sığan kurtçukları sever idim, öper idim, sohbet eder kahkaha atar idim. hepsi de beni sever idi, sevişir idi. sormazlar idi adın ne diye kovmazlar idi dışlarından koklarlar idi içlerinden. elmanın ağaçtan düşme korkusu gibi olurdu birbirimize hissettiklerimiz. ısırıldıkça azalan beyaz etimin yerine yeni kurtçuklar doldururdum, hepsi anlaşabilirdi birbirleriyle. benim aslında tek götlük hayali dünyama kaç göt sığdırırdım oysaki. kurtlanmış tüm elmaları sevmem bundandır aslında. bundandır kurtçuklarıyla yaşamaya çalışan tatlı elmalara saygı duymam, bunu da seni de onu da ötekini de sevmem. yani bundandır ki severim. ben herkesi severim. sığıştıramadıklarımı severim. unutulmaktan korka korka tüm kurtçukları öpmek isterim.

hava çok havadar
elmaların içinde yenmemeyi bekleyen kurtçuklar var
sen de çok güzelsin kurtçuk, tıpkı diğeri gibi
ne vardı şu beden bahçenin en büyük elması olsa idi.




11 Ekim 2012

Bir Şiir


How do we forgive our fathers?
Maybe in a dream
Do we forgive our fathers for leaving us too often or forever
when we were little?
Maybe for scaring us with unexpected rage
or making us nervous
because there never seemed to be any rage there at all.
Do we forgive our fathers for marrying or not marrying our mothers?
For divorcing or not divorcing our mothers?
And shall we forgive them for their excesses of warmth or coldness?
Shall we forgive them for pushing or leaning
for shutting doors
for speaking through walls
or never speaking
or never being silent?
Do we forgive our fathers in our age or in theirs
or their deaths
saying it to them or not saying it?
If we forgive our fathers what is left?

6 Ağustos 2012

Klinik

Geçen yaz psikiyatri kliniğinde sıra beklerken:

Kadın: Merhaba
Ben: Merhaba
K: Aşık mısın sen de?
B: Yoo, değilim.
K: (Şaşırarak) O zaman neden geldin ki?

1 Ağustos 2012


Üç yıl kadar önceydi. Ev arkadaşımla barın birine içmeye gidiyorduk. Bara girmeden bankamatiğe uğrayalım dedik. Her zamanki klişe olarak, son paralarımızla içecektik. Önümüzde -muhtemelen- seksen yaşlarında bir amca vardı. Sıra ona geldiğinde arkasını dönüp "kızım ben bilmiyorum, yardım eder misin?" dedi. Biz de ettik, hesapta hiç para yoktu. Bunu amcaya söyledik.
O yüz ifadesi bir daha aklımdan gitmedi. "Ama yatıracağını söylemişti, bir daha bakın" deyişi, paranın yatmamış olduğunu tekrar söyleyince çenesinde oluşan titreme, gözlerinin kızararak doluşu, dudaklarının aralanıp olmayan dişlerinin oluşturduğu o boşluk hiç bir zaman beynimden gitmedi. Ağzındaki boşluk, beynimde devasa bir delik açtı. O an bu olayın bende yarattığı sarsıntıyı fark edemedim. Aklım  amcada kalarak içmeye gittim. Arada sırada aklıma geldi biramı içerken. İçimdeki suçluluk duygusu beni öylesine ezdi ki; şu an bile hissediyorum.
Daha sonra zaman zaman aklıma gelmeye başladı, hala da geliyor.
Yüzündeki çaresizlik, saf çaresizlikti.
Öyle üzülüyorum ki, içim daralıyor. Nerede, birilerinden daha az parayla yaşamaya çalıştığı için mutsuz birilerini görsem o amca aklıma geliyor. Bazen gözlerim doluyor. Öfkeleniyorum. Adaletsizliği gözümüze soka soka yaşam şeklimiz haline getiren sisteme öfkeleniyorum, bunu hiç direnmeden işimize geldiği gibi benimsememize öfkeleniyorum, öfkelenişimin küçük burjuvanın çıkardığı tırsak sesten ileri bir halt olmayışına öfkeleniyorum.
Yüzü hep aklımda. Yüzündeki her bir kırışıklık hatırımda. Gözlerinin şekli, burnu, ağzı, giydiği kıyafet, boyu... hepsi hepsi aklımda.
O kadar acizim, o kadar beceriksizim ki;
hiç gitmeyecekmiş gibi.

24 Temmuz 2012

Bir Vücuda Methiyeler- Dudak-

Nemli dudaklarıyla beni öptüğü zaman, öptüğü yerden tüm vücuduma yayılan hafif bir titreme hissediyorum. Dudaklarının yumuşaklığının verdiği his tüylerimi diken diken ediyor.
Endorfinin kanımdan beynime gidişini hissedebiliyorum. Oraya ulaştığı anı...
Nemli dudaklarıyla beni öpüşünün fizyolojisini uzun uzun anlatabilirim. Öpüşünün bende uyandırdığı hisler hakkında yüzlerce benzetme yapabilirim.

Öyle güzel dudakları var ki, dudaklarına konan toz parçacıkları olmak istiyorum. Dudaklarına değen hava, dudaklarına değen soğuk ve sıcak hava, dudaklarına değen su, dudaklarına değen yemek ve dudaklarına değen şeylerden sonra onun dudakları olmak istiyorum.
Alt dudağı olarak güzelliğin en kutsal formu olarak varlığımı sürdürürken, üst dudağının alt dudağına değmesiyle tamamlanmak, tamamlanıp vücutlarımızın yönetim şeklini değiştirmek istiyorum.

Bana rüzgarmışım hissi veren dudak.
İdealar dünyasındaki o dudak...

12 Mayıs 2012

                                         Her şey bu kadar çirkinken, sen nasıl böyle güzelsin?



9 Nisan 2012

Çöp kamyonu her gün ambalaj atıklarının atıldığı mavi poşetleri toplamaya geliyor. Ama hepsinin içinde yemek artıkları ve kirli peçeteler var. Hiçbirinin içinde salt ambalaj atığı yok. Her gün bunun için gelen çöp kamyonu için ne hüzün verici bir görüntü. O hayal kırıklığı, burukluk, sabretmeyle elde edilemeyen kazanma duygusu...

Çöp kamyonunun yerinde olmak istemezdim. Gerçekten istemezdim.

31 Mart 2012

31 Mart Ayaklanması


...
para verdim bir şey aldım,
sana baktım, sen bilmezsin.



bambididi bambana bana gel.

25 Mart 2012

Nefes alırken burnundan giren hava, geçtiği her yeri yakıyor. Ağzından da nefes alsan yanacak gibisin. Beynin bu kadar tahribata dayanamıyor, ağrıyor. Tıpkı başının, kışın yağmış karın beyazlığının gözünde yarattığı tahribata dayanamayıp ağrıması gibi.
  Baharı bırak, benimle kal. Hem bahar da neymiş, nedenmiş? Hiçbir şey sararmıyor bile. Sen en çok sararan şeylerden korkarsın. Sararmışların yeşermesinden de hüzünlenirsin. Yemyeşil bir elmanın aslında çok görünen bir yerinde oluşmuş noktasal kırmızılıktan da hüzünlenirsin. Her zaman hüzünlenecek bir şeyler vardır. Bulursun. Mevsimler gelmiş geçmiş en güzel mevsimliklerini yaşasa bile bulursun. Ve güzel hisler yaratması gereken manzara öyle bir an gelir ki, Platon'un mağarasından ilk kaçan o insan oluverirsin.
Sen hep çok şey olmak istersin. O kadar çok şey olmak istersin ki, olmak istediğin olguların altında ezilirsin. Böylesin işte; doğru kişilik zamirlerini bile kullanmaktan çekinip birinci tekil şahıslarının altında ezilirsin.
Tüm mevsimler bir zaman gelir, seni yalnız bırakır. Mevsimler suçludur. İki mevsim arası ise daha suçludur, düşüncesizdir. Başını döndüren her şeyi sevdiğin halde, iki mevsim arasını sevmezsin. Şu hayatta en çok iki mevsimin arasını sevmezsin. Bir de beyninle duygun akarken bir köşede, burnunun akmasını.

Hangisi benim, hangisi sensin bilmiyorum. Ben çok şey bildiğimi sanıp aslında hiçbir şey bilmiyorum. Bedenimdeki çok küçük bir yeri kullanamadığım için bedenimdeki her yeri kullanıyorum. Son anda döllenebilmiş bir döl gibi garip bir utançla yaşıyorum. İki mevsim arası, iki dudak arası, ilk kor yarası gibi acıyoruz. Olduramadığımız tüm olgular kendi kendilerini haklı çıkarıyor ve biz hep bir ağızdan üzülüyoruz.

12 Şubat 2012

kendime satranç oynuyorum


hiç kimsenin zaten beklemiyor olduğu zaman geldi. blogum herkese açık. kamulaştırmak böyle bir şey olsa gerek. muhtemelen halihazırda okuyabilenler dışında kimse okumayacak. olur da birileri denk gelirse; "hıı tamam o zaman öptm. kib.bye" deyip sayfayı kapatacaklar.
-biliyorum ki; bu benim için büyük, insanlık için mikroskobik bir adım.
blogumun ne için kapalı olduğunu ve şu an ne için açıyor olduğumu uzun uzun yazmıştım fakat suç işlemişim gibi bunu açıklamaya çalışmamın, hakkımda ne düşünüleceğini saçma bir şekilde önemsemekten başka bir şey olmadığını fark ettim.
bu yola birlikte baş koyduğum yoldaşım çiğdem'e selam ediyorum. ayrıca annemlere, antalyadaki halamlara, adanadaki dayılarıma ve blogumun kapalı haline selamlarımı yolluyorum.

6 Şubat 2012

DanaıDanaDana

Yemedi öldü demesinler, yedi de öldü desinler.


Genel olarak hayata karşı bakış açıları yukarıdaki cümleden ileri gelen insanlarla dolu olan bir yerde doğdum, o kültürde büyüdüm. O kadar yemeğin üstüne, gecenin on ikisinde şırdan yemeye giderken de bu cümleyi düşündüm. Hem de önümüzdeki üç gün, her öğünde kebap yiyeceğimizi hesaplamadan. Şırdanın üstüne bir tane kırk kat yemeyi planlarken kendime geldim, kendimden utandım, kendime ve sağlığıma göstermeye çalıştığım saygıyı da düşünerek vazgeçtim. İhtiyacımdan fazlasını tüketmemeyi giderek hayatıma daha fazla sokarken, kendime ters düştüm. Sorunun şehirde değil, kendimde olduğunu bir kez daha gördüm.

Her ne kadar yakınıyor olsam da, bu şehri seviyorum ve en sevdiğim din adana kebap hala, en sevdiğim yemek de öyle.

2 Şubat 2012

her şey sermaye için sevgilim

olmak, hiç bu kadar sıradan, zevkli ve acı gelmemişti. akan trafik, büyük binalar, yalnızca koşmaktan kalpleri daha hızlı atan insanlar... ne zaman dinlesem "olur ya" rahatlığı veriyor kesmeşeker. yalnızlığımı, insan kalabalıklarını daha bir seviyorum. defalarca aşık olasım, defalarca kalp acısından duvarlar öresim geliyor. tüm bu karmaşanın ortasında "bir dur, rahatla" diye fısıldıyor kulağıma, "dur ve tadını çıkar." böylesine huzur verici bir gülümsemeyle şarkı söylerken cenk taner, sadece durmak istiyorum. her şey akmalı, ama ben durmalıyım. her daim duramıyor olmamın yarattığı çelişkiyi, çelişkinin yarattığı güzelliği sevdiriyor aynı zamanda. 
çünkü her şey karşıtıyla vardır.
çünkü serbest bir pazar, her şeyi bozar.
ikinci defa dinlerken konserlerini, daha çok dinlemek istediğimi fark ettim ve içimdeki tüm sevgiyi vermek istediğimi, gözlerimden saçılan ışığı, hayatın verdiği vücut ısısını dağıtmam gerektiğini. 


delirtici derecede soğuk bir istanbul bilmem nesinde, hastalıktan başım dönerken tek kişiyim ben hala, ayıldım düşlerimden daha dün diye fısıldıyorum kendi kulağıma. grip virüsünün yarattığı ilgiye muhtaçlık etkisinden mi bilmem, aklıma bir zamanlar bana değer vermiş herkes geliyor. yine aynı virüsün etkisinden olsa gerek kimseyi istemiyorum yanımda, sadece dinginlik istiyorum. bu virüs ne garip bir virüstür ki hem biri bana tavuklu şehriye çorbası yapıp elleriyle içirsin isteyip hem de yalnız kalmak istiyorum. kafam bir hoş oluyor. her şey çok yavaş akıyor, tepkilerim yavaş, dünyayı sindire sindire algılıyorum. grip hastalığının verdiği sarhoşluk, hiçbir şeye benzemiyor. her nefes alışverişimde boğazımdan kedi mırıltısı gibi sesler geliyor. ne söylesem gider bu virüs? 
iç ses; "şimdi ben ne desem boş, karılmış harcımız yalnızlıktan". 
virüs bu, bir yere gitmez ki. 
dış ses; "bu dünyada aşıklardan çok acıkanlar var
yanımda yaşama sevinçli sandviçler var."

bırak nehirler aksın sevgili virüsüm, gel kesmeşeker eşliğinde rakı içelim.




19 Ocak 2012

seremoni

Plüton gibiyim. Gezegenliği elinden alınmış, insanlığı elinden alınmış. Dahil olduğu sistemin içinde kendini sevimli sıfatlarla nitelerken, tüm sıfatları yok sayılmış.

--Alnında iki tane derin çizgi var. Onların altında, üçte birleri büyüklüğünde ama büyüse diğerleri kadar derin olacak başka bir çizgi daha. Alnındaki çizgilerle daha kötü görünüyor. Hatta bir an o kadar kötü görünüyor ki; onu özlediğim için kendime şaşırıyorum. Yüzünde kraterler var. Plüton gibi kraterleri var, bozuk şeker gibi. Şekilsiz boncuklar gibi yüzüne yapışık.

Kimliğinden koparılmış plüton gibiyim. Onsuz daha doğru olacağı düşünüldüğü sistem için gizli gizli üzülen varlık parçası, yokluk ürünü. Tanımlandığı şeylerden kopmaya çalışan bir insangezegenim. Kimliklerini kaybettiği için gizli hüzünlenmelerine lanet eden bir plüton.

--Teki daha çok kızarmış gözleriyle karşımda duruyor. Belki ayakta, belki de oturuyor. Aynı anda ikisini de yapıyor. Aynı anda sevip, aynı anda sevmeyi bırakıyor, seviyor, sevmiyor... Kaşları ve gözleri bir an o kadar çirkin görünüyor ki; onu özlediğim için kendime şaşırıyorum.

Plütonun kendine yaptığını yapıp, ben de varoluşa tutunuyorum.

Bir şehirden diğerine giderken plütonluğumu da götürüyorum, plütonu da götürüyorum. Bir şehirden diğerine gece giderken plütonu düşünüyorum.

Bir şehirden çıkıp diğerine vardığımda, plütonu düşürüyorum.

Plüton
düşündü ve
düştü.

12 Ocak 2012

Kendime Çaylar Demliyorum

Kaç gün önceydi hatırlamıyorum ve ben ders çalışmaktan intihara meyletmiş ruh halimle kendimi ne kadar çok sevdiğimi, ne kadar sevsem yine az kalacağını fark ettim. Bir tür savunma sanatıydı yaptığım ya da değildi. Hiçbir şey kendime duyduğum tarif edilemez sevgiyi haksız çıkaramazdı.

Perdesi kapalı penceremden ufuklara bakarak inceden bir tebessüm ettim. Penisi olan erkek halim karşıma çıksa ona aşık olurum diye düşündüm. Bazen çekilmez, donuk ruhlu bir kevaşeye dönüşebilme potansiyelim olduğu gerçeği olduğunu hatırladım. Ancak salya ve sümükle karakterize aşklarımızın uğruna ölüp bitmelerimiz biraz da bu nedenlerden ötürü değil midir?
Bir an o kadar sevdim ki kendimi, kendimle sevişmek istedim. Kendimle sevişsem nasıl olur diye düşündüm; kapı açılsa, içeri ben girsem ve sevişmeye başlasak... Büyük ihtimalle orgazm olamamak gibi bir sorunum olmazdı. En ulvi yerlerime çok ulvi şeyler yapardım, kendime dünya tarihinin gelmiş geçmiş en etkili G noktalarını yaratırdım ve  iyi bir kadın olursam belki kama-sutra'yı baştan bile yazabilirdim... En nihayetinde de kendimle hayatım boyunca yaşardım.
Sonra kendimden nefret ettiğim zamanları düşündüm. Kendimden nefret ettiğim zamanları bile seviyor olduğumu fark edince kendimi daha çok sevdim. O da bendim. Kendimden nefret eden ben de bendim ve beni her yönümle özümseyebilecek tek insanın yine ben olduğuna karar verdim. Kendimden nefret etmeyi seviyordum. Mutsuzluklarımı, acılarımı, zayıflıklatımı, çaresizliğimi seviyordum, çünkü hepsi bendim.

Düşüncelerim gittikçe tehlikeli bir hal almaya başladı. Önce, insanların içinde yaşamanın ne kadar tahammül edilemez bir şey olduğunu, bu nedenle toplumsal varlığımı sürdürmemeyi düşündüm. Hiçkimse bana benzemiyordu. Hiçbiri beni benden çok tanımıyordu, tanıyamazdı da. İnsanlara kendimi anlatmaya çalışmaktansa kimseyle iletişime geçmemenin mantıklı olduğunu düşündüm. Sonra da acı bir şekilde, aşık olamayacağımı fark ettim. Kimse tam anlamıyla istediğim gibi değildi. Ve ben, ben olmayı sürdürdükçe de olamayacaktı. Bir daha aşık olamamak fikri, beni hüzünlendirdi.

Aşk konusundaki fikirlerimden sonra birden kendime geldim. Daha fazla düşünürsem, insanlara karşı geliştirmeye çalıştığım sevgimin iğrenmeye dönüşeceğinden korktum. Bu konuyu da hümanizm konusunda hatırı sayılır biri olana kadar düşünmemeye karar verdim. Kafamı perdesi kapalı penceremden, üzeri notlarla dolu masama çevirdim. Ağzımda, sol köşesi sol tarafa kaymış dudaklarımın yandan ve tedirgin sırıtışı, aklımda şu cümle: "Düşünün; düşünün ama durup dururken düşünmeyin. İşinizde çalışırken düşünün. Ev satın alırken düşünün. Çocuklarınızın geleceğini düşünün. Yalnız, akşam evde otururken, durup dururken düşünmeyin."

*kalabalıksızlığın şarkısı : halimden konan anlar-kendime çaylar


1 Ocak 2012

Aferin sana Flebit! Dört basamaklı ümitsiz tarihinin birler basamağını, büyük bir neşe içinde özenle değiştirdin. Herkesten daha çok eğleniyor olduğunu acınası bir ironiyle onaylattın. Mutsuz benliğinin acizliğini daha iyi teşhir edemezdin.
Sus Flebit, beni böyle kandıramazsın. Gölgenden bile anlaşılan sevgiye aç ruhunu nasıl pazarladığını gördüm, gözlerindeki çaresizliği, bir türlü yok edemediğin egonu gördüm. Ah benim zavallı insanım, mutluluğu nereye kadar sayıların son rakamının değiştirildiği yerlerde arayacaksın? Daha kaç zaman kalıntıları bile içini çürüten kıskançlığınla yaşamaya çalışacaksın? Geri kalan üç yüz altmış dört günü mutlu olmayı dilediğin yıl için, seni 'on'dan geriye sayarken gördükten sonra; bazılarımızın mutsuzluğu hak ettiğine karar verdim Flebit. Sen, kendinle ilgili şeyleri çözmedikten sonra, kimsenin seni sevdiğini tam anlamıyla hissedemeyeceksin ve mutluluğu böyle saçma sapan eylemlerle arayacaksın.

Ah be güzel kadın, bir farkına varsan aynadakinin.

Seni son kez uyarıyorum, şu an aklından ne geçtiğini de biliyorum. Hayır Flebit, ağlarken gözlerinin kızarmamasını istemek sana kendini iyi hissettirmez. Ağlarken iyi hissedemeyeceğini öğrenemedin mi daha?

Sana bir sır vereceğim; dibini görmeden paçaları sıvayamazsın.

Temelsiz cümlelerini söylemeyi aklından bile geçirme. Çaresizliğine ahmakça sebepler aramayı bırak. Kendine söylediğin yalanlara inanmaktan bıkmadın mı? Sen de kendinden sıkılmadın mı?
Tamam Flebit, susuyorum. Saplantılı duygulanımlarını kabullenmekteki gayretin için susuyorum. Seni, bir nedeni yokken aniden ve yavaşça sevdiğim için susuyorum.

Şimdi sakin ol ve elindeki nedenleri yavaşça yere indir. Uyku vaktin geldi, gözlerini kapat ve uyu. Karanlık her zaman seni kendine yaklaştırır Flebit, bunu unutma...

Sevgilerimle...
En Sevdiğin Tarafın