1 Ocak 2013

*Adını kimseler bilmiyor, bilemez de


Açım, farkına varmamaya çalışsam da olmuyor, kendini hissettiriyor. Ne olsa, ne yapsam, ne alsam, ne kadar sevişsem, nereye gitsem yetmiyor. Vaktiyle o birahanenin duvarında gördüğüm duvar yazısını hatırlatarak: "Kerhaneden çıktıktan on beş dak'ka sonra yeniden başlar." Kerhane sıradan bir örnek zaten. Yeni aldığım ayakkabılar daha ben giymeden neden eskiyiverir ki? Facebook'ta bin beş yüz arkadaşım var, twitter'da yüzlerce panpişim, ama neden hala bir boşluk var gönlümün uzak derininde? Seviyorum, seviliyorum, ama beni kimse anlamıyor duygusundan kurtulamıyorum. Ne yansa, çok zaman geçmeden sönüyor. Geçen gece bana büyük ödülü verdiler, biliyorsunuz. Spotlar üzerimde, omuzlarım kabarık, alkışlar, kutlamalar. Aradan birkaç gün geçti hepsi hepsi, omuzlarımı kabartmaya çalıştım, kabarmıyorlar. Yolda insanların bana bakıp, "Bak işte büyük ödülü o aldı," diye beni göstermeleri beklenirken neden herkes kendi dünyasında? Alkışlar neden kısa sürdü? Hakça değil bu, kaç kişi o büyük ödülü alıyor ki?
Sevdiğim insanla başbaşa denizin kenarında günbatımını seyrederken, neden arada bir hüzün uğrayıp gidiyor yanımızdan? Sevdiğim insanla ben hoş bir bütünüz imrenilesi. Derinimde bir yerde o boşluk yine de varlığını burukça hissettirir arada bir. Eksikliğini duyduğun o meçhul varlık nedir ya da kimdir? Nerededir? Neden beni rahat bırakmaz? Hindistan'a giderim aydınlanmaya, her sene. Daha önce de Nepal'e giderdim, Nirvana'nın peşinde, bir türlü bulamadım, nerede saklanıyor bileni yok. Dalai lama'nın dizi dibinde oturdum sonra günlerce, dikkatle dinledim, ama anlattıkları yetmedi. Öyleyse dedim, dergahlara katılırım yaşadığım şehirde, zikr yaptım gecelerce. Bir yandan meditasyon, yoga, detoks, pilates, tango ve salsa, ıslak ya da kuru çeşmeler, sahil yolunda adım sayar alet eşliğinde yürüyüşler.

Yaşlı adam dedi ki, kibri onu evrenden koparttığı için, insan iflah olmaz bir boşluk yaşar derininde, acıtası. Devası yoktur, olan olmuştur artık. Doğa ona ne denli güçlü olduğunu hatırlatır zaman zaman, ama yine de dinlemez o, mülkiyet hırsı gözünü bürümüş. Galiba doğa onu başından atmaya hazırlanıyor artık, bıktı, haklı da, çekilmez olduk. Ama kimse farkında olmak istemiyor, hala bildiğini okuyup, bir yandan da kıyameti sayıklıyor nedense. Yoksul mahallelere gittim, günlük ekmeğini anca çıkaran insanlara, bir cevap bulurum diye. Oradaki yaşlı kadın dedi ki: "Gönlüm daralgınlaşıyor arada bir, nedenini bilemediler."
Dedim ki: "Uçsuz bucaksız bahçemde, güller, sardunyalar, akasyalar, söğütler ile yaşıyorum ben, doğadan kopmadım ki?" Güldü bana yaşlı adam. Aborijinler coğrafyalarını şarkı hatlarıyla bilirler, başlangıç ya da sonu yoktur öylesi coğrafyanın. Amerika kıtasının eski sakinleri yerliler çevrelerindeki ağaçları kız kardeşleri gibi bilir; eskimolar, beyaz adamın karla kaplı topraklarını neden eşeleyip durduğunu anlayamazmış bir türlü. Sen ise kendini bu bahçenin sahibi zannediyorsun. Kimse kimsenin sahibi değildir ihtimalini aklına hiç getirmeden.
Dediler ki evren atomlardan oluşur, onlar da birer boşluktur. Boşluk hiçlik midir diye sordum, bilemediler, yaşlı adam dedi ki: "Olan olmuş evladım, o bağı kopardığımızdan bu yana artık birbirimize muhtacız, mahkumuz, bundan ötürü bir hayli kızgınız da. Birbirimizden bir şeyler bekliyoruz, bir şeyler istiyoruz, karşılık bulamıyoruz; birilerini, bir şeyleri suçluyoruz. Beklenen, istenen şeyin bir adı da yok. İnsan denilen mahluk ne olduğunu kavrayamadığı için adını bile bilmediği bir şeyi nasıl birbirine versin ki? Kaldı ki aslında alınacak verilecek bir "şey" de değil."

*Engin Geçtan

1 yorum: