Açım, farkına
varmamaya çalışsam da olmuyor, kendini hissettiriyor. Ne olsa, ne yapsam, ne
alsam, ne kadar sevişsem, nereye gitsem yetmiyor. Vaktiyle o birahanenin
duvarında gördüğüm duvar yazısını hatırlatarak: "Kerhaneden çıktıktan on
beş dak'ka sonra yeniden başlar." Kerhane sıradan bir örnek zaten. Yeni
aldığım ayakkabılar daha ben giymeden neden eskiyiverir ki? Facebook'ta bin beş
yüz arkadaşım var, twitter'da yüzlerce panpişim, ama neden hala bir boşluk var
gönlümün uzak derininde? Seviyorum, seviliyorum, ama beni kimse anlamıyor
duygusundan kurtulamıyorum. Ne yansa, çok zaman geçmeden sönüyor. Geçen gece
bana büyük ödülü verdiler, biliyorsunuz. Spotlar üzerimde, omuzlarım kabarık,
alkışlar, kutlamalar. Aradan birkaç gün geçti hepsi hepsi, omuzlarımı
kabartmaya çalıştım, kabarmıyorlar. Yolda insanların bana bakıp, "Bak işte
büyük ödülü o aldı," diye beni göstermeleri beklenirken neden herkes kendi
dünyasında? Alkışlar neden kısa sürdü? Hakça değil bu, kaç kişi o büyük ödülü alıyor
ki?
Sevdiğim insanla başbaşa denizin kenarında günbatımını
seyrederken, neden arada bir hüzün uğrayıp gidiyor yanımızdan? Sevdiğim insanla
ben hoş bir bütünüz imrenilesi. Derinimde bir yerde o boşluk yine de varlığını
burukça hissettirir arada bir. Eksikliğini duyduğun o meçhul varlık nedir ya da
kimdir? Nerededir? Neden beni rahat bırakmaz? Hindistan'a giderim aydınlanmaya,
her sene. Daha önce de Nepal'e giderdim, Nirvana'nın peşinde, bir türlü
bulamadım, nerede saklanıyor bileni yok. Dalai lama'nın dizi dibinde oturdum
sonra günlerce, dikkatle dinledim, ama anlattıkları yetmedi. Öyleyse dedim,
dergahlara katılırım yaşadığım şehirde, zikr yaptım gecelerce. Bir yandan
meditasyon, yoga, detoks, pilates, tango ve salsa, ıslak ya da kuru çeşmeler,
sahil yolunda adım sayar alet eşliğinde yürüyüşler.
Yaşlı adam dedi ki, kibri onu evrenden koparttığı
için, insan iflah olmaz bir boşluk yaşar derininde, acıtası. Devası yoktur,
olan olmuştur artık. Doğa ona ne denli güçlü olduğunu hatırlatır zaman zaman,
ama yine de dinlemez o, mülkiyet hırsı gözünü bürümüş. Galiba doğa onu başından
atmaya hazırlanıyor artık, bıktı, haklı da, çekilmez olduk. Ama kimse farkında
olmak istemiyor, hala bildiğini okuyup, bir yandan da kıyameti sayıklıyor
nedense. Yoksul mahallelere gittim, günlük ekmeğini anca çıkaran insanlara, bir
cevap bulurum diye. Oradaki yaşlı kadın dedi ki: "Gönlüm daralgınlaşıyor
arada bir, nedenini bilemediler."
Dedim ki: "Uçsuz bucaksız bahçemde, güller,
sardunyalar, akasyalar, söğütler ile yaşıyorum ben, doğadan kopmadım ki?"
Güldü bana yaşlı adam. Aborijinler coğrafyalarını şarkı hatlarıyla bilirler,
başlangıç ya da sonu yoktur öylesi coğrafyanın. Amerika kıtasının eski
sakinleri yerliler çevrelerindeki ağaçları kız kardeşleri gibi bilir;
eskimolar, beyaz adamın karla kaplı topraklarını neden eşeleyip durduğunu
anlayamazmış bir türlü. Sen ise kendini bu bahçenin sahibi zannediyorsun. Kimse
kimsenin sahibi değildir ihtimalini aklına hiç getirmeden.
Dediler ki evren atomlardan oluşur, onlar da birer
boşluktur. Boşluk hiçlik midir diye sordum, bilemediler, yaşlı adam dedi ki: "Olan olmuş evladım, o bağı kopardığımızdan bu yana artık birbirimize muhtacız,
mahkumuz, bundan ötürü bir hayli kızgınız da. Birbirimizden bir şeyler
bekliyoruz, bir şeyler istiyoruz, karşılık bulamıyoruz; birilerini, bir şeyleri
suçluyoruz. Beklenen, istenen şeyin bir adı da yok. İnsan denilen mahluk ne
olduğunu kavrayamadığı için adını bile bilmediği bir şeyi nasıl birbirine
versin ki? Kaldı ki aslında alınacak verilecek bir "şey" de değil."
*Engin Geçtan
Açım, farkına
varmamaya çalışsam da olmuyor, kendini hissettiriyor. Ne olsa, ne yapsam, ne
alsam, ne kadar sevişsem, nereye gitsem yetmiyor. Vaktiyle o birahanenin
duvarında gördüğüm duvar yazısını hatırlatarak: "Kerhaneden çıktıktan on
beş dak'ka sonra yeniden başlar." Kerhane sıradan bir örnek zaten. Yeni
aldığım ayakkabılar daha ben giymeden neden eskiyiverir ki? Facebook'ta bin beş
yüz arkadaşım var, twitter'da yüzlerce panpişim, ama neden hala bir boşluk var
gönlümün uzak derininde? Seviyorum, seviliyorum, ama beni kimse anlamıyor
duygusundan kurtulamıyorum. Ne yansa, çok zaman geçmeden sönüyor. Geçen gece
bana büyük ödülü verdiler, biliyorsunuz. Spotlar üzerimde, omuzlarım kabarık,
alkışlar, kutlamalar. Aradan birkaç gün geçti hepsi hepsi, omuzlarımı
kabartmaya çalıştım, kabarmıyorlar. Yolda insanların bana bakıp, "Bak işte
büyük ödülü o aldı," diye beni göstermeleri beklenirken neden herkes kendi
dünyasında? Alkışlar neden kısa sürdü? Hakça değil bu, kaç kişi o büyük ödülü alıyor
ki?
Sevdiğim insanla başbaşa denizin kenarında günbatımını
seyrederken, neden arada bir hüzün uğrayıp gidiyor yanımızdan? Sevdiğim insanla
ben hoş bir bütünüz imrenilesi. Derinimde bir yerde o boşluk yine de varlığını
burukça hissettirir arada bir. Eksikliğini duyduğun o meçhul varlık nedir ya da
kimdir? Nerededir? Neden beni rahat bırakmaz? Hindistan'a giderim aydınlanmaya,
her sene. Daha önce de Nepal'e giderdim, Nirvana'nın peşinde, bir türlü
bulamadım, nerede saklanıyor bileni yok. Dalai lama'nın dizi dibinde oturdum
sonra günlerce, dikkatle dinledim, ama anlattıkları yetmedi. Öyleyse dedim,
dergahlara katılırım yaşadığım şehirde, zikr yaptım gecelerce. Bir yandan
meditasyon, yoga, detoks, pilates, tango ve salsa, ıslak ya da kuru çeşmeler,
sahil yolunda adım sayar alet eşliğinde yürüyüşler.
Yaşlı adam dedi ki, kibri onu evrenden koparttığı
için, insan iflah olmaz bir boşluk yaşar derininde, acıtası. Devası yoktur,
olan olmuştur artık. Doğa ona ne denli güçlü olduğunu hatırlatır zaman zaman,
ama yine de dinlemez o, mülkiyet hırsı gözünü bürümüş. Galiba doğa onu başından
atmaya hazırlanıyor artık, bıktı, haklı da, çekilmez olduk. Ama kimse farkında
olmak istemiyor, hala bildiğini okuyup, bir yandan da kıyameti sayıklıyor
nedense. Yoksul mahallelere gittim, günlük ekmeğini anca çıkaran insanlara, bir
cevap bulurum diye. Oradaki yaşlı kadın dedi ki: "Gönlüm daralgınlaşıyor
arada bir, nedenini bilemediler."
Dedim ki: "Uçsuz bucaksız bahçemde, güller,
sardunyalar, akasyalar, söğütler ile yaşıyorum ben, doğadan kopmadım ki?"
Güldü bana yaşlı adam. Aborijinler coğrafyalarını şarkı hatlarıyla bilirler,
başlangıç ya da sonu yoktur öylesi coğrafyanın. Amerika kıtasının eski
sakinleri yerliler çevrelerindeki ağaçları kız kardeşleri gibi bilir;
eskimolar, beyaz adamın karla kaplı topraklarını neden eşeleyip durduğunu
anlayamazmış bir türlü. Sen ise kendini bu bahçenin sahibi zannediyorsun. Kimse
kimsenin sahibi değildir ihtimalini aklına hiç getirmeden.
Dediler ki evren atomlardan oluşur, onlar da birer
boşluktur. Boşluk hiçlik midir diye sordum, bilemediler, yaşlı adam dedi ki: "Olan olmuş evladım, o bağı kopardığımızdan bu yana artık birbirimize muhtacız,
mahkumuz, bundan ötürü bir hayli kızgınız da. Birbirimizden bir şeyler
bekliyoruz, bir şeyler istiyoruz, karşılık bulamıyoruz; birilerini, bir şeyleri
suçluyoruz. Beklenen, istenen şeyin bir adı da yok. İnsan denilen mahluk ne
olduğunu kavrayamadığı için adını bile bilmediği bir şeyi nasıl birbirine
versin ki? Kaldı ki aslında alınacak verilecek bir "şey" de değil."
*Engin Geçtan
metis 2013'ü istiyorum senden, ayvayı yemeden! :)
YanıtlaSil